Olaylar
Hâkim olarak görev yapan başvurucu, 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrasında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan yürütülen bir soruşturma kapsamında gözaltına alınmış ve sonrasında tutuklanmasına karar verilmiştir. Bu karara itirazı reddedilen başvurucu bireysel başvuruda bulunmuştur. Daha sonra hakkında kamu davası açılan başvurucu, Ağır Ceza Mahkemesi kararıyla beraat etmiştir. Bunun üzerine istinaf yoluna başvurulmuştur. Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf incelemesi devam etmektedir.
İddialar
Başvurucu; hakkında uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Mahkemenin Değerlendirmesi
Somut olayın koşullarında başvurucunun hâkim olması nedeniyle Anayasa veya 2802 sayılı Kanun’dan kaynaklanan güvenceler uygulanmaksızın, kanuna aykırı olarak tutuklandığı iddiası yerinde değildir. Başvurucunun 15 Temmuz darbe teşebbüsünün ardından FETÖ/PDY üyesi olma suçundan tutuklandığı dikkate alındığında başvurucuya isnat edilen silahlı terör örgütü üyesi olma suçu yönünden suçüstü hâlinin bulunduğu yönünde soruşturma mercilerince yapılan değerlendirmeler olgusal ve hukuki temelden yoksun değildir. Başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.
Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklama kararında, başvurucu yönünden kuvvetli suç şüphesini oluşturan somut olguların bulunduğuna genel olarak değinilmiş; bu noktada başvurucunun Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından görevden uzaklaştırılmasına vurgu yapılmıştır. Başvurucu hakkında hazırlanan iddianamede ise HSYK’nın meslekten çıkarma kararına, başvurucunun FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan soruşturma yürütülen bazı kişilerle telefon irtibatının bulunduğuna dair HTS raporuna, Yargıçlar ve Savcılar Birliği’ne (YARSAV) üye olmasına ve dijital materyaller üzerinde yapılan incelemeler sonucunda elde edilen verilere dayanılmıştır.
Anayasa Mahkemesi tutuklamanın hukukiliği bağlamında başvurucunun suç işlediğine dair kuvvetli belirtinin bulunup bulunmadığı yönündeki incelemesini bu olgular temelinde gerçekleştirmiştir.
15 Temmuz darbe teşebbüsünün ardından ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hâl döneminde alınan tedbirlerden biri de 667 sayılı KHK’dır. Bu KHK’nın 3. ve 4. maddelerine göre kamu görevinden veya meslekten çıkarma tedbirlerinin uygulanması için Milli Güvenlik Kurulunca (MGK) karar verilen yapı, oluşum veya gruplarla bağ kurulması yeterli görülmüştür. Ancak burada ulaşılacak kanaat cezai sorumluluğun tespitinden bağımsızdır. Dolayısıyla başvurucu hakkında görevden uzaklaştırma ve/veya kamu görevinden çıkarma tedbirlerinin uygulanması -tek başına- suç işlediğine dair kuvvetli bir belirti sayılamaz.
Diğer taraftan başvurucunun YARSAV üyeliğinin örgütsel bir faaliyet olarak değerlendirilmesi ancak bunun terör örgütünden alınan bir talimat uyarınca gerçekleştiğinin ortaya konulması hâlinde mümkündür. Aksi durumda yapılan kuvvetli suç belirtisi değerlendirmesi varsayıma dayanır. Nitekim Yargıtayın konuya ilişkin içtihadı da bu doğrultudadır. Bu bağlamda 2010 yılında YARSAV’a üye olduğu anlaşılan başvurucu için bu yönde bir tespit yapılamaz.
Başvurucunun, hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan soruşturma yürütülen kişilerle telefon görüşmeleri de suçlamaya dayanak yapılmıştır. Başvurucu, belirtilen görüşmelerin görev nedeniyle mesleğe yönelik olarak yapıldığını savunmuştur. Soruşturma makamlarınca söz konusu telefon görüşmelerinin örgütsel bir ilişki çerçevesinde yapıldığı yönünde bir tespit ya da iddiada bulunulmamıştır. Görüşmelerin içeriğine ilişkin herhangi veri de mevcut değildir. Ayrıca söz konusu görüşmelerin FETÖ/PDY’nin yargı alanındaki yöneticileriyle (imamlarıyla) gerçekleştirildiğine dair bir belirlemede de bulunulmamıştır. Bu durumda bu telefon görüşme kayıtları örgütsel bir ilişki bakımından kuvvetli suç belirtisi sayılamaz.
Başvurucu hakkındaki tanık beyanlarında da başvurucunun FETÖ/PDY üyesi olduğu veya bu yapılanma ile örgütsel bir ilişkisinin bulunduğu yönünde bir açıklama mevcut değildir.
Soruşturma mercilerince aramalarda ele geçirilen dijital verilerle ilgili inceleme raporunda başvurucunun e-posta hesabında Bylock isimli programın kalıntılarına rastlandığı tespit edilmiştir. ByLock’a ilişkin veriler ancak bu uygulamanın kullanıldığının veya kullanılmak üzere telefona yüklendiğinin tespit edilmesi hâlinde kuvvetli belirti olarak kabul edilebilir. Somut olayda soruşturma mercilerince başvurucunun anılan programı kullandığına veya kullanmak üzere telefonuna indirdiğine dair bir iddiada bulunulmamıştır. Nitekim ilk derece mahkemesince de anılan izlerin ByLock kullanımı bakımından yeterli bir veri olarak kabul edilmediği görülmüştür.
Başvurucu FETÖ/PDY’nin propagandasının yapıldığı bazı sosyal medya hesaplarını ve internet sitelerini takip etmiştir. Bu kapsamda yapılacak değerlendirmelerde bir kimsenin örgütün propagandasını yapan internet sitelerine ve sosyal medya hesaplarına girmesinin ve bunları takip etmesinin örgütsel amaçla yapıldığını gösteren somut olgular kamu makamlarınca ortaya konmadığı sürece bunların suç işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Somut olayda soruşturma ve kovuşturma makamları başvurucunun örgütsel bir amaçla bu siteleri ve sosyal medya hesaplarını takip ettiğini ortaya koyamamıştır.
Suç işlediğine dair kuvvetli belirtiler ortaya konulmadan başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin uygulanmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
Suç işlendiğine dair belirtinin bulunması tutuklama tedbiri için ön koşul olduğundan aksi durumun kabulü, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin tüm güvencelerin anlamsız hâle gelmesi sonucunu doğurur. Olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde de kişilerin suç işlediklerine dair belirti bulunmadan tutuklanmaları durumun gerektirdiği ölçüde bir tedbir olarak kabul edilemez.
Somut olayda soruşturma makamları başvurucunun suç işlediğine dair belirtileri somut olgularla ortaya koymadan tutuklama tedbirine başvurmuştur. Bu itibarla olağanüstü hâl döneminde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa’nın 15. maddesinin başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik güvencelere aykırı bu müdahaleyi meşru kılmadığı değerlendirilmiştir.
Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.