Uluslararası ilişkiler ve Siyaset Bilimci Prof. Dr. Mehmet Efe Çaman, KHK TV’ye konuştu. Prof. Çaman’ın gündeme damga vuran röportajından bazı bölümler şöyle:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİN, BİR GECE DE 160 BİN İNSANI İŞİNDEN ETMESİ RASYONEL BİR HAREKET DEĞİL
KHK’lar, sadece KHK’lıları ve onların yakınlarını, ailelerini etkileyen bir durum değil, birçok perspektiften, bütün toplumu, geniş anlamda çok etkileyen bir şey, her şeyden önce yetişmiş bir insan gücünden bahsediyoruz. Bu, devletten atılan “KHK’lı olup, kamu hizmeti son bulan hukuksuz bir şekilde fabrikasyon gerekçelerle bu insanların Türkiye’de son derece, yüzde olarak belki yüzde 1’lere yüzde 2’lere tekabül eden bir gruba ait olduğunu, eğitimli insanlar olduğunu, profesyonel insanlar olduğunu göz önüne almak lazım. Kimlerden bahsediyoruz? İşte yargıçlardan, savcılardan, polislerden, öğretmenlerden, akademisyenlerden, gazetecilerden… KHK ile KHK kapsamında kamu görevinden uzaklaştırılan insanlar, Türkiye’de aslında kamusal alanın veya devletin mekanizmalarının iyi işlemesi için eğitilmiş olan veya kendilerini bu yönde eğitmiş, kariyer yapmış olan insanlar veya işte eğitim konusunda, bilim konusunda ve kültür hayatı konusunda, güvenlik konusunda, Türkiye’nin en kılcal damarlarına kadar en önemli fonksiyonları üstlenmiş olan insanlar. Ve az önce ilk giriş kısmında sizin de konuşurken 160 bin sayısını gündeme getirdik. 160 bin insana yakın, 160 binden fazla aslında sadece kamu kamuda çalışanların sayısı 160 bin. Bir de onun dışında özel sektörlerde veya diğer kurumlarda çalışan insanlarla ve beraber, bu sayı sizin de vurguladığınız gibi 200 binlere yaklaşıyor. Dolayısıyla bunların aileleri ile birlikte, sadece çekirdek aileleri ile anneleri de babaları, kardeşleriyle birlikte dikkate aldığınız zaman; sayı 2 milyona yaklaşıyor. Aslında bu geniş çerçevede mağduriyete uğrayan insanlar. Dolayısıyla şimdi hangi açılardan Türkiye’yi olumsuz etkiledi? Bir ülke olarak ve bir toplum olarak baktığınız zaman. Birincisi; bugün kamu sektörünün ne hale düştüğünü gördünüz. Ben akademisyen olarak Akademi’yi iyi biliyorum. işte bazı insanlar emniyeti iyi biliyor, bazı insanlar milli eğitimi daha iyi biliyor falan. Bütün bu alanlarda nereye elinizi atarsanız atın, kamu sektöründeki yapılan işlerin kalitesi açısından çok ciddi bir düşüş görüyoruz.
Siyasetten bağımsız olarak, insanları profesyonel ekibin, bir grubun devlet dışına çıkarılmasından dolayı böyle bir sıkıntı yaşandı, ikincisi bu objektif gerekçenin nesnel gerekçelerin dışında bir de yaşanmış olan toplum olarak yaşanmış olan bir travma var yani. 2 milyon insanın uğramış olduğu travma aşağı yukarı Türkiye’deki bütün ailelerin içinde en azından bir yada iki kişinin uğradığı bir travmadır yani bu büyüklükte bu ölçekte bir travma zannediyorum birinci Dünya Savaşı’nda yaşanan trajedilerden sonra ilk defa bu ölçekte büyük bir travma ile karşı karşıya kalıyor Türkiye toplumu.
Bu birincisinden daha güç bir şekilde telafi edilebilecek bir durum yani birincisi o kamu sektöründeki profesyonelliğin azalması bir şekilde telafi edilir. 10 yıl içinde 20 yıl içinde ya insanlar tekrar görevine geri döner ya da başka insanlar yetişir falan. Yani bi şekilde kamu sektörü kendini toparlar, siyasi normalizasyonla birlikte. Fakat yaşanan sosyal ve psikolojik travmaların bir şekilde çözümlenmesi çok güç gözüküyor, ülke çok kan kaybetti, çok önemli güç kaybetti ve kendine güven azaldı.
Bakın dün uluslararası düzeyde basın özgürlüğü konusunda Türkiye’nin 156. sıraya gerilediğini gördük. Türkiye 2002-2005 döneminde yaşadı, Avrupa Birliği sürecinde çok iyi bir noktaya getirmişti basın özgürlüğünü. Bu sadece küçük, mikro bir alan, bu mikro alanda çok önemli göstergeler var ama. Bu tarafsız kurumlar, neden 2002-2005 arası Türkiye’nin grafiği yükselirken basın özgürlüğü konusunda özellikle 17- 25 Aralıktan sonra ve 15 Temmuzla birlikte de serbest düşüşe geçti. Biliyorsunuz basın ve medya özgürlüğü konusunda son derece dramatik bir noktaya geldi.
Toparlayacak olursak KHK’lar sadece KHK olarak değil, Türkiye’nin hayat kalitesi, yaşam kalitesi, demokrasi standartları, kendine güveni, ekonomik standartları… Her açıdan son derece negatif etkilerde bulunan bir durum ve bunun acilen telafi edilmesi lazım.
YÖNETEN GRUP, DEVLET, BU KHK ZULMÜNÜ NEDEN YAPIYOR?
İdeal koşullarda bir devlet neden bunu yapar? Devlet nedir? Siyasetçi, siyaset bilimcilerin ilgilendiği noktalardan bir tanesi, devlet bir organizasyon. Devletin, sizin mahalle bakkalınızdan ya da işte köşedeki süpermarketin fonksiyonundan farklı bir şeyi yok ve devlet rasyonel ihtiyaç, bir organizasyon yapısı ve dolayısıyla devletin amacı, sizin güvenliğinizi sağlamak sizin asgari koşullarınızı. Ne diyelim işte altyapı çalışmaları ile size elektrik götürmek, kanalizasyon’unuzu su ihtiyacınızı karşılamak, işte sizin güvenliğinizi karşılamak, eğitiminizi karşılamak, devletin fonksiyonları, işlevleri var. Dolayısıyla burada devlet dediğimiz zaman, karşımızda kanlı, canlı ete kemiğe bürünmüş bir yapı yok. Duyguları yok, bu devletin, devletlerin duygusu olmaz.
VATANDAŞI İLGİLENDİREN DEVLETİN ANAYASAYA-YASALARA UYUP UYMAMASIDIR
Devletlerin anayasaları ve yasaları olur, objektif veya nesnel hedefleri olur, dolayısıyla bu açılardan yaklaştığınız zaman Türkiye’nin bir devlet olarak, bir organizasyon yapısı olarak sürekli sağdan sola, soldan sağa savrulduğunu görüyorsunuz; büyük bir boşluk içerisinde, yani bu yaşanan sürecin Türkiye toplumuna bir faydası yok. Devletin de faydası olması lazım. Devletin varlığını meşru hale getirebilmek için insanların şöyle düşünmesi lazım; iyi ki bu devlet var. Çünkü işte korona-19 kriz olduğu zaman bu devlet, benim evde kaldığım süre içerisinde bana mesela yardım yapıyor, beni destekliyor veya benim sağlığımı daha iyi koşullarda sağlayabilmek için hastanelerde daha kaliteli doktor, hemşire ve daha kaliteli ortam oluşturuyor falan… Veya bu devlet benim alt yapı veya toplu taşıma ihtiyaçlarımı çok güzel karşılıyor, bu ihtiyaçlar karşılandığı ölçüde devletler iyidir.
Soruya geçecek olursak bu devletin, yani Türkiye Cumhuriyeti devletinin 160 bin kamu personelini bir gecede veya asılsız, hukuka, kanunlara dayanmayan gerekçelerle insanları işlerinden uzaklaştırması, atması. Son derece irrasyonel bir hareket, yani bu şuna benziyor: Sizin iyi işleyen bir firmanız var ve siz, bir anda firmanızda çalışan insanların önemli bir bölümünü yüzde 20’sini, yüzde 25’ini görevlerinden bir gecede uzaklaştırıyorsunuz, yani bu firmanın bir gün sonraki veya bir hafta sonraki durumunu düşünebiliyor musunuz ; çünkü o yüzde 20’lik kitleyi tekrar yetiştirmek, tekrar o işe adapte etmek uzun yıllar alacak bir şey. Böyle, bugünden yerine insanların deneyim kazanması, eğitim ile belli bir noktaya gelmesi mümkün değil. Bir de insan ilişkileri var. Bir network var. Bir ağ şeklinde, devlet fonksiyonlarını yerine getirebilmek için; işte güvenliği ile akademisiyle eğitimiyle veya işte başka bir birtakım alanlarda bu network’u, ağı kurmuş vaziyette bu ağ belirli noktalarda yırtılırsa, zedelenirse… Düşünün, insanların balık avladığı ağı düşünün, kocaman delikler açılırsa bütün balıklar oradan kaçar, yani o ağı muhafaza etmek, korumak çok önemli bir şey.
KENDİ ANAYASASI VE KANUNLARINA UYMAYAN DEVLET MEŞRUİYETİNİ KAYBEDER. OTORİTER BİR DEVLET OLURLAR. ZULÜM YAPMIŞ OLURLAR.
Dolayısıyla devlete eleştirel yaklaşmak lazım, devlet nedir, devlet bize bir şey vermiyor, biz bakın devlet çalışanları olarak vergilerimizle devlete belli bir katkıda bulunuyoruz diyoruz ki ben her ay sana yüzde onbeş yüzde 20 vergi veriyorum. Kendi ürettiğim katkıdan kazancımdan bu vergiyi vermemin sebebi sen benim çocuğuma iyi okul yap, sen benim yollarımı iyi yap, sen beni güvenliğimi daha iyi sağla, sen beni daha mutlu et, mutlu edecek koşulları oluştur. Devlete biz kendimiz para veriyoruz, diyoruz ki ben sana bu parayı veriyorum, vergilerimi, fakat senden de bir karşılık bekliyorum, hizmet bekliyorum. Dolayısıyla burada beni açıkçası, devletin benim hakkımda ne düşündüğü hiç ilgilendirmiyor. Beni bilgilendiren, devlet acaba kendi anayasalarına ve yasalarına aykırı hareket ediyor mu, etmiyor mu? Yasalarına uygun mu hareket ediyor, yoksa aykırı mı hareket ediyor? Bizim veya başka KHK’lıların görevinden atılması herhangi bir yasaya dayanmadı ki! Bakın normal şartlarda, devlet memurları ile ilgili olan bütün kanunlar, devlet memurlarının hangi koşullarda işten çıkarılacağını ve hangi koşullarda bu çıkarılma, gerekçelerinin oluşacağını çok net bir şekilde tanımlamış.
MEMURU SEN BİR GECEDE ATAMAZSIN KARARNAME İLE MAHKEME KARARI İLE SUÇU SABİT GÖRÜLÜRSE ATABİLİRSİN.
Bu gün KHK ile görevinden uzaklaştırılan memurların hiç bir tanesi o bahsetmiş olduğumuz kanunlarda ki anılan koşulları yerine getirdiği için devletten normal prosedürleri ile uzaklaştırılmış insanlar değil. Bir kere normal şartlarda bir kamu görevlisini, görevinden kararname ile veya bir otoritenin kararıyla atamazsınız! Mahkeme kararına dayanması lazım. Objektif bir mahkeme süreci olur ve insanların suçlu oldukları kanıtlanır. Şimdi bizden beklenen şu, belli bir suçlama yapılıyor ve deniliyor ki eğer canım suçsuzsa zaten suçsuzluğunu kanıtlar. Hukukun en temel koşulu olan, en temel maddesi olan masumiyet karinesini ihlal ediyorlar. Masumiyet karinesi nedir? Bir insanın suçluluğu kanıtlanana kadar, insanlar suçsuz addedilir yani devlet, bunu yaparak aslına bakarsanız kendi varlık gerekçesini inkar ediyor; çünkü kendi varlığının yasalara ve anayasaya dayanması lazım. kendi anayasasına ve yasalarına uymayan bir devlet olamaz! Böyle bir devlet olursa zaten zulüm başlar, otoriter rejimler bu zulüm üzerine inşa ediliyor. Şuan yaşanılan bir zulüm, yani hukukla veya devletle alakası olmayan bir yapıyla karşı karşıyayız.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ HEP BİRİLERİNİN DEVLETİ OLDU. HERKESİN DEVLETİ OLMADI. BİRİLERİ HEP ÖTEKİLEŞTİRİLDİ. DEVLET KENDİ KOYDUĞU YASALARA UYMUYOR. KANUN DIŞINA ÇIKAN BİR DEVLETLE KANUNLA MÜCADELE EDİLEBİLİR Mİ?
Şöyle bakmak lazım yani bu tabii yani yapmak istedikleri şey son derece açık, yapmak istedikleri şey Türkiye’de bir iktidar mücadelesi var ve bu iktidar mücadelesi, her zaman bir takım grupların ötekileştirilmesi üzerine kurulmuş, yani Osmanlı imparatorluğundan başlayarak Türkiye Cumhuriyeti ile devam eden kendini tanımlarken insanlar hep böyle bir ötekine ihtiyaç duyarlar.
Şimdi Türkiye’deki devlet mekanizması hep birilerinin devleti oldu, herkesin devleti olmadı. Anlatabiliyor muyum? En büyük sıkıntı, ötekileştirmenin önemli gerekçesi işte bu iktidar kavgasında bir takım grupların elimine edilmesi. Şöyle düşünün: Bir futbol maçı olduğunu düşünün, futbolun bir takım kuralları var. Mesela topu elle tutamazsınız yani eğer kaleci değilseniz. Şimdi öyle bir atmosfer oluşturdular ki, iki grup arasındaki maçta hakem, hakemin devlet olması lazım! Hakem başka bir grubun topu eliyle tutup işte orta sahayı ellerinde topa hakim bir şekilde geçip karşı tarafın kalesine gol atmasını göz yumuyor. Devlet kendi oluşturmuş olduğu kurallara parantez açıp ben istisnayım, istisna oluşturuyorum diyemez. Bunu derse, devlet olma vasfını kaybeder, kanunun en önemli özelliği herkes için uygulanmasıdır. Yani şunu söylemek lazım devlet bugün KHK’lıları işten çıkarırken kendi kanunlarına riayet etti mi? Uydu mu? Yoksa bu kanunları uygulamayıp onları by-pass mı etti? Onları ben istisnai bir dönemden geçiyorum, kanun filan tanımam, deyip bu şekilde mi hareket etti? Tabii ki ikincisi! Devlet kendi koymuş olduğu kanunlara uymuyor şu anda. En büyük problemimiz bu.
Peki böyle bir durumda devlet bunun niye yapıyor? Çünkü bunu yapan devlet değil bunu yapan devleti yöneten bir grup. Kendilerini yöneten bu grup kendilerinin devlet olduğunu iddia ediyorlar. Ve diyorlar ki bizim yaptığımız her şey devleti temsil ediyor. Hâlbuki yaptıkları bütün davranışlar, bütün politikaları, aldıkları kararlar devletin kendi anayasası ve yasaları ile çelişiyor. Burada şunu söylemek lazım; Bir devlette yöneticiler o devletin anayasası ve yasalarıyla çelişirse kanun dışı alana çıkmış olurlar. Dolayısıyla bugünkü karşılaştığımız rejim kanun dışı bir alanda hareket ediyor. Kanun dışı alana çıkmış bir rejimle kanuni çerçevede mücadele etmek çok zor. Bu aşamada yapabileceğimiz hiçbir şey yok.”
Dilerseniz bu muhteşem röportajın tamamını⤵️⤵️ buradan izleyenilirsiniz.